“Yolun Açık Olsun”, Netflix’te yayınlandı. Gazi Yüzbaşı Salih ile Kerim asteğmenin düğün basmak üzere çıktıkları yolculuğu işleyen film, bir menzile bağlı anlatılarda âdet olduğu üzere hesaplaşma ve yüzleşme gibi temalara dayanıyor.
Asker kökenli Hakan Evrensel’in romanından uyarlanan “Yolun Açık Olsun”, tarifi her daim sıkıntı yaratan, “düşük yoğunluklu iç savaş” vb. muallak kavramlarla ifade edilen bölgesel çatışmanın uzantısı bir öyküye eğilmekte… Bu noktada üsteğmen rütbesiyle ordudan ayrılan yazarın “Nefes: Vatan Sağolsun”, “Anadolu Kartalları” filmlerinin senaryosunu yazdığını, yine Güneydoğu’dan hikâyeler aktardığını belirtelim. Bir ara televizyonda sıklıkla karşımıza çıkan asker dizilerinden seneler evvel 2004’te Uğur Yücel imzalı “Yazı Tura”yı izlemiştik. OHAL kalksa dahi izleri tazeydi.
“Yazı Tura”, 99 senesinde geçerken askerden dönen iki arkadaşın hayatı bıraktığı gibi bulamayışının “dokunaklı” öyküsüydü. Yetenekli futbolcu Şeytan Rıdvan bacağını, Hayalet Cevher ise duyma yetisini kaybederek dönmüşler ve sıcak çatışmayı, yaşama tutunma evresinde başka bir cepheye taşıyarak sürdürmüşlerdi. Rıdvan karakterinin dönüşte umduğu sevgiyi bulamayışı, Cevher’in Gölcük depremiyle bambaşka yerlere sapan arayışı tam anlamıyla dokunaklı bir manzara sunuyordu. Yücel, savaşın hamaset dışında kalan az gürültülü, çok acılı atmosferini, anonim hayatların karşılaştığı zorlukları, dağlarda savaşan askerlerin düz ovada nasıl yalnız bırakıldıklarını ele alırken slogan atmadan olgun bir üslup tutturuyordu. Günün sonunda bastıran trajedi, hesapların birbirine uymayışı ve nihayetinde dokunaklı bir öykü ile karşılaşmamız iki anlatının ortak noktaları… “Yazı Tura” karakterleri ayrıştırıyordu, “Yolun Açık Olsun” birleştirmiş.
GİDEN GELMİYOR, GELEN BULMUYOR!
Mehmet Ada Öztekin tarafından yönetilen “Yolun Açık Olsun”, bir uyum filmi… Öte yandan bir hesap filmi ve bu motivasyonların dışında korkulara ilişme, öze yönelme filmi… İlk iki açıdan politik bir damar yakalıyor fakat bu damarı yeterince işlemiyor. “Savaş kötüdür” diyemiyor mesela yahut “az bile öldürmüşüz” de demiyor, “silah sıkmayın” diyor sadece. Bunu diyor ama silah da taşıyor! Filmin politik mesajı “Salih’in dediğini yap, yaptığını yapma” çizgisine sıkışmış. Bu ikircikli durum aynı zamanda profesyonel bakışın bir sonucu… Salih Yüzbaşı odasına ilk kez gelen Kerim’e “adam öldürebilir misin” diye soruyor. Bir kekliğe kıyamayan Salih, görevi için öldürmeyi sıradanlaştırıyor. “Savaş koşulları” denip hızlıca geçilecek bu sıcak zemin, savaş sonrası bir arınmaya, günah çıkarmaya taşınıp üzerine hümanist bir hikâye inşa edilmek istenmiş fakat travma sonra stres bozukluğu ayarları bozmuş.
Öte yandan bir hesap isteniyor toplumdan… Salih bacağını, Kerim sevgilisini yitirmiş, bedeller ödenmiş ama uyum sağlanamamış. Bu uyumsuzluk, geride kalan kesimlerin yakasına yapışılması gerektiği fikrini de gündeme getiriyor. Oysa Salih bırakın saygı görmeyi kem gözle bakılan taraf… Üstelik bunun “eksikliği” ile ilgisi yok. Agresif tavırları yer yer tedirginlik yaratsa da asıl sıkıntısı çektiği yabancılık… Yol boyu uğradığı yerlerde bir izzet ikram beklememesine, “gaziyim” diye övünmemesine rağmen bir türlü “kabul edilmiyor”. Bakkal kekliğini kaçıran yüzbaşının ardından kinle koşuyor. Otelci benzin deposunu deliyor. Toplum, tedavi gördüğü hastaneden kaçan bu gaziyi normalleştirmiyor. Özcesi giden gelmiyor, gelen bulmuyor. Salih’i toplumda anlayan tek bir kişi var: Oto tamircisi. O da yanlış anlıyor! Salih’in protez bacağını sorguya çeken, malzemesinden duruşuna değin sorgulayan hatta eliyle yoklayan, çelik malzemeye hayran kalan usta müşterisine sigortalı olup olmadığını soruyor: “SSK mı, Bağ-Kur mu?” Kerim gittiğinde anlıyoruz ki onun bacağı da derme çatma… “İnsan sigortalı olacak” sözleriyle ezilmişliğini dışa vuruyor usta… Bir tür güvencesizlik ve huzursuzluk onda vücut bulmuş. Anlıyoruz ki yalnızca gidenler değil, kalanlar da bedel ödüyor.
Üçüncü bir başlığı ise öze yönelme biçiminde ele alabiliriz. “Yolun Açık Olsun”, Salih yüzbaşının filmi… Ailesini kaybetmiş bir yalnız adamın hüsrandan huzura yalpalayan, deyim yerindeyse fırtınada sığınacak koy arayan bir geminin hikâyesi… O yüzden “yol açık olsun” dileği sütliman dinginlikleri, geride bırakma çabasını da kapsıyor. Suçluluk duygusuyla Kerim’in yaralarına eğildikçe kendi geçmişine, yitirdiklerine bakıyor Salih. Bununla beraber geçmişin gölgesi ve acıları filmde açılmamış. Ne doğru sorular sorulmuş, ne doğru yanıtlar alınmış.
‘VARLIĞIYLA YOK, YOKLUĞUYLA VAR’ KARAKTERLER VE TANIDIK YABANCILAR
Filmin anlatısına dair birkaç şey söyleyelim. Olumlu ve olumsuz yanlar söz konusu… Kerim karakterinin filmdeki işlevi hayli önemli… Bu hayalet karakter, psikolojik destekli duygusal filmlerde karşımıza çıkan “varlığıyla yok, yokluğuyla var” karakterlerden ve bu yönüyle anlatıyı derinleştirmekte. Ancak “Yolun Açık Olsun”da Kerim’in nasıl kullanılacağı konusunda kararsız kalınmış. Henüz fragmanda Kerim karakterinin hayali olduğunu kavrıyoruz. Dahası, film boyunca Kerim’in sırtını kaşıması, kurşunun giriş yerine dair fikir veriyor. Bu açık bilinçliyse ikilinin ruhsal çatışmasında Kerim’i kenara çekmek yerine merkeze sürmek, sanrı sahnelerini çarpıcı kılmak gerekmiyor mu? Oysa dizide Kerim pasif, arada bir Salih’i ters köşeye yatıran, hayal kırıklığına uğratan, kendini sorgulatan bir pozisyonda fakat alabildiğine naif, oldukça kibar… Doğrudan saldırmıyor, bazen kirli oynuyor ama mindere hiç yanaşmıyor. Yok, sürpriz final amaçlandıysa bir kez daha aynı sorunla karşılaşıyoruz: Kerim neden bu denli pasif? Pasif kaldıkça seyirci onun gerçekliğinden şüphe duyuyor. Kısacası Kerim, seyirci için ölü yahut sağ pek iyi bir “yol arkadaşı” değil!
Filmde olumlu bir taraf ise geri dönüş sahnelerinin kararında tutturulması, olay örgüsünde boşluğa düşülmeyişi… Üç ayrı hikâye (Kerim’in askerlikten evveli, Salih’in mayından sonrası ve yolculuk) iç içe geçerken birbiri üzerine binmemiş, rol çalmamış. Bu anlamda Duygu’nun (Belfu Benian) gazi eşi Salih’ten beklentileri, Kerim’in havai karakteri ve Elif’in (Öykü Naz Altay) düğündeki burukluğu oldukça ekonomik aktarılmış.
Peki, kör göze parmaklar yok mu? Elbette var fakat finaldeki kesişimi bunlar arasında saymak haksızlık olur. Salih’in düğünden kız kaçırıp cenazeye getirmesi, ölüm ile düğünün tarih boyu yan yana geldiği koşulları toplumun içselleştirme-yadsıma pratiğini, dahası insanlığın genel yaklaşımını özetler nitelikte. Nedir ki Salih’in hastanede ajite olduğu sahne sona ererken televizyon yayınında spikerin “Neymar’ın iki bacağını birden çok iyi kullandığını” hatırlatması yersiz kaçmış zira gerçek hayatta hatırlatma alarmına rastlamayız. Her şey gözümüze sokulmaz, sevmediğimiz ot burnumuzun dibinde bitmez!
‘OYUNCULUKLAR YA DA ENGİN AKYÜREK’İN DİREKSİYONA GEÇTİĞİ BİR YOLCULUK
Yol filmlerinde oyunculuklar sivrilir. Yol boyu başa gelenler ve bu sürprizlere verilen tepkiler anlatıyı sırtlayıp götürür. Etki, kişilerin içinde bulundukları/sürüklendikleri durum ise tepki karakterlerin kaderlerine isyanları veya kalkıştıkları maceralardır. “Yolun Açık Olsun”, böylesi bir yol filmi değil. Geri dönüş sahnelerinin “açıklayıcı” bir vazife üstlenmesine karşın ciddi yer tutması, anlatıya ortak olması filmi saf bir yol filmi olmaktan çıkarmış. Haliyle oyunculuklar da etki-tepki mekanizmasını terk etmiş ve her oyuncunun kendi rolünden asıldığı bir noktaya gelinmiş.
Tolga Sarıtaş, “gıcık yol arkadaşı” rolünde üzerine düşeni yapıyor, finale doğru durağan kalarak doğru bir yere oturuyor ancak performansıyla iz bıraktığını söyleyemeyiz. Engin Akyürek ise iyi bir oyunculuk sergilemiş. Bacağını yitiren askerin psikolojisini yansıtırken alabildiğine doğal olmaya çalışıyor. Eksiğine alışırken (kabulleniş değil şüphesiz, menzile varma uğraşı) bir yandan muzipliği dilden bırakmıyor. Hoş bir denge kurmuş… Öfke patlamalarının yanı sıra yol arkadaşının umursamazlığına duyduğu tepki ve vicdan azabını mimiklerine yansıtıyor. Tabii Akyürek’in oyunculuğunu, karakterinin yaşadığı yolculuğa benzer biçimde bölümlere ayırabiliriz. Bacağını yitirdiği çatışma öncesi sıradan bir performans ortaya koyuyor, bacağını yitirdikten sonra “iş gören” bir oyunculuk izliyoruz ve nihayet yol sahnelerinde ne zaman ne yapacağını bilen olgun bir düzeye varıyor.
Filmde kadınlar geri plana itilmiş. Biri yaslı, zoraki gelin; öteki, zorluklarla çarpışıp sevgisini yaşatmanın peşinde. Dolayısıyla Belfu Benian ve Öykü Naz Altay’dan parlak bir oyunculuk göremiyoruz. “Yolun Açık Olsun” filmini Engin Akyürek taşıyor. Onun iç çatışmalarına, yaralarına tanık olmaktayız. Ter döken, başka bir deyişle “arabadan inen”, elini taşın altına koyan o. Bu durum başrol ortağı dâhil olmak üzere birçok oyunculuğu da düşürmüş.
* *
Yazıyı bağlarken filmin politik mesajlar barındırmakla birlikte vurmak istediği yeri tam olarak işaretleyemediğini, dolayısıyla “geride” kalan toplumun bir süre sonra “ileride” ve yabancı oluşunu etraflıca irdeleyemediğini söyleyebiliriz. Psikolojik bakımından yüklendiği yalnızlık söylemini ise hayali karakterle perçinleme çabasına rağmen sağlam bir çerçeveye oturtamıyor. “Yazı Tura” kadar başarılı bir önce-sonra hikâyesi değil, fakat tek tip çatışma anlatılarının yanında ilgi çekici olduğunu inkâr etmeyelim. Bu alanın basit şablonlarla sömürülmeden daha çok kurcalanması eldeki toplumsal malzemeyle hesaplaşılması noktasında bir tartışma fırsatı yaratacaktır.